Hareketli porno gif resimlerinin adresi gif pornolar en çok popüler tumblr resimlerinden alınan gif resimlerinden oluşur.

Osmanlı saray yemekleri

Osmanlı Saray Mutfağı’nda hangi yemekler pişiriliyordu?


Osmanlı Saray Mutfağı, 1475-1478 yıllarında Fatih Sultan Mehmed tarafından Topkapı Sarayı’nın mutfak bölümüne yaptırıldı. 5250 metrekare alanı kapsayan Saray Mutfağı’nda yemeklerin pişirildiği bölümler dışında kiler, aşçı ve yamakların koğuşları, bir çeşme, bir cami ve bir hamam bulunuyor.

Saray mutfakları ikisi helvaheneye ait olmak üzere 10 gözden oluşuyordu. Padişahtan en aşağı saray görevlisine kadar herkesin yemekleri bu mutfaklarda pişerdi. İşte Saray Mutfağı’nda pişen yemekler ve bu yemeklerin tarihçesi…

Resim: Osmanlı Saray Mutfağı ve Baklava Alayı


Şirdan (Şirden) İşkembe Çorbası
İşkembe çorbası günümüzde hala değerini koruyan bir çorba. Osmanlı döneminde de hem Saray Mutfağı’nda hem de halk mutfağında sıkca pişmiş. Fatih Sultan Mehmet bu çorbayı çok sevmiş olacak ki onun döneminde bu çorba sıkça pişirtilmiştir. Nitekim o döneme ait masraf defterleri incelendiğinde özellikle kış aylarında işkembenin sürekli sipariş edildiği görülmektedir.


Nohut Çorbası
Nohut çorbası o dönemlerden günümüze dek gelmiş olsa da günümüzdeki tarifi biraz değişmiştir. Zira, 15. yüzyılda Şirvânî’nin tarifinde bu çorbada bol soğan, yağlı kıyılmış et, mumbar ve safran yer almıştır. Günümüzde pişirilen nohut çorbasında ise tarçın, nane, tavuk veya et suyu yer almaktadır.


Kuzu Kapama
Kuzu kapama yemeğinin çok ilginç bir hikayesi var. Rivayete göre, bir zamanlar bir gelin kuzu etinden güzel bir yemek yapar. Ancak çocuklarına yedirince et azalır ve kalan eti de mutfakta saklar. Gelinin kaynanası açıkıp da mutfağa yemek yemeye gidince üstü kapalı eti görür ve sorar: “Gelin bundan başka yemek yok mu ki kuzuyu kapattın?”. Gelin de şöyle cevap verir: “Oğlun aç gelecek ne yapayım, ben de kuzuyu kapattım”.

Kuzu kapama yemeği İstanbul’da halk mutfağında pişirilirken, Osmanlı’nın son döneminde Saray Mutfağı’nda da yer almıştır.


Bıldırcın Dolması
Osmanlı’da birçok sultan ava meraklıydı. Özellikle Fatih Sultan Mehmet’in sık sık ava çıktı rivayet edilir. O dönemde av hayvanlarından bıldırcın, güvencin ve yaban ördeklerinden leziz yemekler yapılırdı. Bıldırcın dolması da bu döneme ait Saray Mutfağı yemeklerinden biridir.


Nar Ekşili Kuzu Yemeği
Bu 14.-16. Yüzyıl İstanbul mutfağına ait bir yemek. O dönemde et yemeklerinin bolca yendiğini görüyoruz. Bu nedenle, etler damak tadına bağlı kalmak suretiyle farklı aromalarla marine edilmiştir. En yaygın marine işlemi şu şekilde yapılmıştır: Hardal tohumu güzelce dövülüp bir miktar limon veya sirke ile karıştırılır. Bu karışım, koyu macun hale gelince etlere sürülür ve belli bir süre bekletildikten sonra kullanılır. Ayrıca, et yemeklerinin üzerine mutlaka dereotu, maydanoz ve nane serpilir.


Çerkez Tavuğu
Bir rivayete göre Çerkez kızlarının güzelliği dillere destanmış, istemeye gelenlere her istenen kız kendi elleriyle Çerkez tavuğu pişirip sunarmış, eğer yaptığı yemek kendi gibi güzelse o kız hemen istenirmiş.

Kafkaslardan gelip İstanbul’a ve çevresine yerleşen Çerkezler, ağır geleneklerinin yanında mutfak kültürlerini de korumayı bilmişlerdir. Çerkez mutfağının baş yemeklerinden olan Çerkez tavuğunun yanında Çerkez salatası da İstanbul Saray ve halk mutfağında yerini almıştır. Tarifini 19. yüzyıl yemekleri arasında görebildiğimiz bu yemeğin özellikle misafirler için pişirildiğini bilmekteyiz.


Levrekli Pilav
19. yüzyıl sonlarında Saray ve varlıklı ailelerin, İngiliz ve Fransız mutfağından esinlenerek, konuklara özel balık tabakları içinde haşlanmış levrek etinin yanına mayonez koyarak servis ettiklerini görmekteyiz. Kadıköy, Üsküdar, Karaköy ve Haliç’te bulunan sandallarda pişirilen balık ekmek ise orta kesimi doyurmuştur.

Bizans mutfağının baş yemeği olan deniz ürünleri, 18. ve 19. yüzyılda farklı tarzda pişirilerek Saray Mutfağı’nda yer almıştır.


Karidesli Börek
Saray mutfağında pişirilen hamur işlerine baktığımızda, karidesli börek dışında deniz ürünü kullanılarak yapılan börek veya çöreklere (son yüzyılda hamsili pide vb.) rastlayamamaktayız.
Yemek kültürümüze girmiş balık ve diğer deniz ürünleri ile yapılan yemekler, Ramazan aylarında daha az tüketilmiştir. Çok eski bir rivayete göre balık “beni yiyen doymasın, beni tutan olmasın” demiştir. Bu anlayışla olsa gerek balığın tok tutmayacağı düşüncesiyle Ramazanlarda balık az tüketilmiştir. Fatih Sultan Mehmet dönemindeki masraf defterlerine bakıldığında balık, karides ve istiridyeye rastlamaktayız. Bu, deniz ürünlerine Fatih Sultan Mehmet döneminde önem verildiğini göstermektedir. Karides sadece börek olarak değil, aynı zamanda yahni, güveç, çorba, kavurma, ızgara ve salata olarak da rağbet görmüştür.


Kağıtta Tekir Kebabı
Tekir balığının adı, çene altında bulunan 2 adet bıyıktan gelmektedir. Osmanlı döneminde boğazda bolca balık olduğundan deniz ürünleri halk mutfağında da yer buluyordu.

Tekir kebabı ise kağıtta pişirme yöntemi ile, Saray Mutfağı’nda yapılan tarifler arasında dikkat çekiyordu. Mangal ya da ızgarada da aynı şekilde pişirilmekteydi.


Sütlü Dil Balığı Güveci
II. Abdülhamid’in, lüferin yanağında bulunan eti çok sevdiği ve ona bu etin özel olarak hazırlanıp sunulduğu rivayet edilmektedir. Süt kullanılarak yapılan et ve balık yemeklerinin ayrı bir inceliği olmuştur. Lop eti olan balıklar, koyun ve kuzudan yapılan yemeklerde, sütün etin içine nüfuz etmesi için olsa gerek, balık veya et önce biraz sütte hafifçe haşlanır, daha sonra şişe veya ızgaraya konup köz ateş üzerinde pişerken üzerine süte batırılan kuş tüyü ile tekrar süt sürülürmüş.


Kuru Börülce Piyazı
Börülce Ege ve Akdeniz bölgesinin karakteristik bitkisidir. İstanbul ve çevresinde oturan göçmenlerin, getirdikleri tohumları bahçelerinde ekerek yetiştirmeleri börülcenin İstanbul mutfağında yayılmasında etkili olmuştur. 19. yüzyıl yemeklerinde kendini gösteren börülceden taratorlu salata, piyaz, zeytinyağlı yemek, çorba ve turşu yapıldığını söyleyebiliriz.


Peynirli Sakız Kabağı Dolması
Kabak 15. yüzyıl Saray mutfağında borani olarak pişirilmiştir. 16. yüzyıldan sonra İstanbul mutfağında kabak dolmasının, koruklu kabağın, bal kabağının tümüyle dolmasının, kabak kalyesinin, yoğurtlu kabağın, kabak salatasının, kabak çorbasının, kabak kavurmasının, kabak turşusunun, kabaklı kol böreğinin, sakız kabağından kıymalı musakkanın, asma kabağı dolmasının, tatlı kabak tatlısının ve reçelinin tüketildiği görülmektedir.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra mübadele ile Girit’ten gelenler, yeni yemek kültürlerini de beraberinde getirmiştir. Mesela kabak, çiçeği ile birlikte toplanmış, hem kabak hem de çiçeği dolma olarak pişirilmiştir. Peynirli ve çökelekli kabak dolması bu şekilde İstanbul mutfağına girmiştir.


Patlıcan Mücmeri
Patlıcan ile bir önceki yemek tarifinde saydığımız yemekler dışında İstanbul Saray ve halk mutfağında imambayıldı, karnıyarık, etli ve zeytinyağlı dolma, salata, etli musakka, börek, kaygana, paça, tava, kavurmalı yemek, güveç, turşu, reçel vb. yapılmıştır. Patlıcan mücmeri de bunlar arasında yer alıp bu yemek eski İstanbul mutfağında, bildiğimiz mücver gibi yapılmamıştır. Geçmişte zahmet harcayarak yapılan patlıcan mücmeri artık kabak mücveri gibi yapılır hale gelmiştir.


İstanbul Pilavı
Geçmişi 7000 yıl öncesine dayanan pirinç, Hindistan’dan İç Anadolu’ya gelmiş, böylece Saray mutfağının ve İstanbulluların en sevdiği yemekler arasına girmiştir.
Osmanlı döneminde pirincin büyük bir kısmı Mısır’dan karşılanmış, kalan kısmı İran ve Filipin’den alınmıştır. Evliyâ Çelebi, Bitlis Beyinin halka verdiği bir ziyafette keklik pilavı, nar pilavı, çilav, püryan, derman, dut, amber, öd, badem, kişniş, fıstık, köfte, kerkü pilavı olmak üzere 13 çeşit pilav saymıştır.
1574 yılında tutulan muhasebe kayıtları incelendiğinde, Sarayın kilerinde bulunan 975 ton pirinçten o yıl Has mutfakta 42 ton, yabancı elçi ziyafetlerinde 229 ton, Divan yemek – şenliklerinde 208 ton, Enderun görevlileri için 188 ton olmak üzere yaklaşık 716 ton pirinç pişirildiği, geri kalan bakiye pirincin bir sonraki yıla devredildiği görülmektedir.
Pilavı çok seven Sultanların, pilava adları da verilmiştir (Sultan Reşat Pilavı, Ali Paşa Pilavı).


Fava
Sarayın zeytinyağı ihtiyacını karşılayan Girit Adası’nın Osmanlı hâkimiyetine geçmesiyle birlikte, oradaki lezzetler de İstanbul mutfağında yerini almaya başlamıştır. Mübadelede zamanında gelen Giritli Türkler, otsuz yaşayamayacakları için Beykoz, Büyükdere ve çevresine (otu ve yeşilliği bol olan yerlere) yerleşmişlerdir. Giritliler yerleştikleri yerlerde sıkça kendi yemeklerini pişirerek hem gelen komşulara ikram etmişler hem yemeklerin pişirilmesini hem de topladıkları çeşitli otları ve zeytinyağını hangi yemeklerde kullandıklarını çevredekilere öğretmişlerdir. Böylece fava gibi Girit yöresine özgü yemekler mutfaklarımızda yerini almıştır.

Rivayete göre II. Abdülhamid, Girit adasına oradaki halka sağlık hizmeti verilmesi için doktor göndermiş, ada olmasının ve o dönemde ulaşımın zor olması nedeni ile aylar sonra doktor Sultana telgraf çekmiş ve “Sultanım beni buradan alın, herkes çeşit çeşit yabani ot toplayıp yediğinden vücutları şifa bulmakta ve hiç hastalanmamaktadır.” demiştir.


Topik
Topik yemeği İstanbul mutfağına Ermeni yemek kültüründen girmiştir. Ermeniler’in hayvansal gıdalar tüketmediği perhiz döneminde tükettiği popüler bir yiyecektir. 50 gün süren bu perhiz döneminde süt, et vb. hayvansal gıdalar tüketilmezken, bolca topik tüketildiği bilinir.


Soğanlı Muska Böreği
Saray mutfağının çok eski ve en sevilen böreklerinden biri olan bu börek, İstanbul halk mutfağında da beğenilerek yapılmıştır. 18. ve 19. yüzyılda çokça yapılmasına karşın günümüzde unutulan bir börek çeşididir.
D’ohsson, Saray mutfağında yapılan enfes böreklerden çok etkilenmiş olsa gerek, 1788 yılında yayınlanmış olan kitabında “hamur işi olan bu böreklerin, halkın çok sevdiği yemek olduğundan; hafifliği, güzelliği (lezzeti) ve kat kat yapraklı oluşu ile Avrupa pastalarına benzediğinden; içlerine çeşit çeşit sebze, et, meyve ve reçel konularak çok büyük yapıldığından; yapan aşçıların çoğunun Arap olduğundan” bahsetmiştir.


Karaköy Poğaçası
18. yüzyıldan günümüze kadar gelmiş ve Karaköy’ün adıyla özdeşleşmiş bu lezzet İstanbul halkının sevdiği lezzetlerdendi.


Kanlıca Yoğurdu
Rivayete göre, eskiden bir köy olan Kanlıca’da yetişen otlarla beslenen hayvanların sütünün ve bu sütten yapılan yoğurdun rengi “uçuk kan rengi” olduğundan, buraya önceleri “kanlı” denmiştir. Zaman içerisinde bu köy Kanlıca adını almıştır.

Kanlıca yoğurdunun en önemli özelliği, içinde hiç bir katkı maddesinin olmaması, hayvanların doğada beslenmesi, hiçbir suretle suni yem verilmemesi ve nefis camış sütünün kullanılmasıdır. Osmanlı döneminde Kanlıca yoğurdu kaşıkla değil bıçakla kesilerek servis yapılırdı. Osmanlı döneminde Kanlıca Çarşısına getirilen meşhur kanlıca yoğurtları, Avrupa yakasından sandalla gelen yolcular tarafından beğeniyle yenir, bu güzellik her akşamüstü devam ederdi.


Dövme Salata
15. yüzyıl sonlarına doğru ülkemize giren salatalık (eski adıyla badem veya hıyar), Saray ve İstanbullular tarafından turşu, salata, cacık olarak tüketilmiş; ıhlamur, kuşburnu gibi içeceklere kabukları konarak çay olarak da içilmiştir. Serinlik verdiği için yazın salatalık, yoğurt bolca tüketilmiştir.


Keşkül-ü Fukara
Hindistan cevizinden yapılmış ve “keşkül” adı verilen kaplara tatlı konularak dağıtılması nedeni ile adını buradan aldığı rivayet edilir. (Dervişlerin, gururlarını bilemek için halk arasında dilenip kendilerine verdikleri yiyecekleri koydukları kaba da “keşkül” denirdi.) Osmanlı döneminde kazanlarla, içinde bol badem, antepfıstığı vb. malzeme konarak yapılan bu tatlının, fakirlere dağıtıldığı için Keşkül-ü fukara (yoksul çanağı) olarak isim aldığı bir başka rivayettir. Yeri gelmişken, tatlıların üzerine kuruyemiş koyma âdetinin çok eski bir Anadolu geleneği olduğunu söylemek gerekir.


Lalanga
15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Sarayda ve İstanbulluların mutfağında yumurtanın girmediği tatlı veya yemek çok azdır. Eski Bizanslıların “lalagia” adını verdiği basit bir yumurtalı hamur işi olan bu tatlıyı, Bizans zenginleri bala batırarak yermiş. Saray mutfağında “lalanga” olarak adlandırılan bu tatlının en çok peynirlisi ve ballısı yenmiştir. Kaygan hamurla yapılmasından dolayı bu adı aldığı bilinen kayganalar, hem tatlı malzemeler (bal, pekmez, kaymak, ceviz, şurup, komposto, şeker) konarak tatlı, hem de tuzlu malzemeler (peynir, kıyma, ot kavurması, sebze kavurması, tarhana, patates, tavuk, balık) konarak tuzlu yemek yerine yenmiştir. Yabancılar da krep olarak kendi mutfaklarına bu lezzeti almışlardır.


Karadut Peltesi
Saray mutfağında, meyve de çokça tüketilmiştir. İstanbul’un hemen hemen yerinde bulunan dut ağaçları sanki o dönemler şehri temsil eder gibi göğe yükselmiştir. 1574 tarihli muhasebe kayıtlarına bakıldığında, Saray helvahanesine tonlarca “dut-i siyah”, yani “karadut” alındığı görülmektedir. Büyük olasılıkla bu duttan reçel, şerbet ve paluze (palude) yapılmıştır. Rivayete göre birbirlerini çok seven iki sevgili, izdivaçlarına aileleri şiddetle karşı çıktığı için kaçmak üzere bir gece ormanın derinliklerinde buluşmaya karar vermişler. Ancak vahşi hayvanlar kıza saldırmış, kız kaçarak kurtulmuş, ama başörtüsü yere düşmüş. Delikanlı kan ter içinde yetişmeye çalışırken yerdeki örtüyü görmüş ve hayvanların sevdiği kızın öldürdüğünü sanıp hançerini kendine saplamış, oracıkta ölmüş. Kızcağız saklandığı yerden merakla, geç kalan sevgilisine baktığında öldüğünü görmüş, hançeri kendi kalbine saplamış ve sevdiğinin üzerine düşmüş. Yaradan onların bu güzel aşkını sonsuz kılmak için buluştukları ağacı ölümsüzleştirmiş, gencin kanını ağacın meyvesine, kızın gözyaşlarını da bu ağacın yapraklarına vermiş. O zaman bu zaman gencin kanını kızın gözyaşları temizler düşüncesiyle olsa gerek, karadut yedikten sonra dut lekesinin elden çıkması için dutun yapraklarıyla eller ovuşturulur.


Höşmerim
Evliyâ Çelebi, ünlü Seyâhatnâmesi’nde, höşmerimin Trabzon’a yerleşen ilk Türk göçebelerinde görüldüğünü anlatır. İlk höşmerimi Orta Asya’dan göçerek gelen Anadolu Yörüklerinin yaptığı da bilinenler arasındadır. Bazı yörelerimizde höşmerim “peynir tatlısı” olarak bilinir. Bir rivayete göre, eskiden eşlere saygı göstergesi olarak er, erim diye hitap edilirmiş. Pek fazla yiyeceği olmayan bir gelin askerden yeni gelen eşine evde bulunan irmik, peynir ve şekerden oluşan bu tatlıyı yapıp ikram etmiş, “beğendin mi kocacım” anlamında “hoş mu erim” diye sormuş. O zamandan bugüne bu tatlının adı bir iki harf değişimiyle “höşmerim” olmuş. Bazı yörelerimizde “höşmelim” de denilmektedir.


Gülhatmi Şerbeti
Gülhatmi, Saray ve İstanbullular tarafından özellikle öksürüğe iyi gelmesi ve göğsü yumuşatması nedeniyle sıkça tüketilmiştir. Çok eskiden beri bu çiçek Saray, köşk, konak ve tüm İstanbulluların bahçelerinde mutlaka yetiştirilmiştir. Taze ve kurutularak da kullanılan bu çiçek, şerbet ve reçel yapımının yanı sıra Saray hekimleri tarafından ilaç ve macun yapımında da kullanılmıştır. Kurutulan çiçekler sigara gibi sarılıp balgam söktürmek için içilmiş, lapası yapılıp ağrıyan ve şişen bölgelere sarılmış ve göz kanlanmasına banyosu yapılmıştır. Özellikle Ege’de gülhatminin şerbet mayası ve reçeli yapılmakta, bazı yemeklere de şifalarından yararlanmak için konulmaktadır.


Badem Ezmesi
14. yüzyılda Sarayda, helvahânede çalışan Edirneli şeker ustaları bu lezzeti Saraya ve gelen konuklara sevdirmiştir. Tatlı ve acı olmak üzere iki çeşit badem ezmesi yapılmıştır. 16. yüzyıla kadar bu tür tatlılarda tatlandırıcı olarak pekmez ve bal kullanılmışken, 17. yüzyıldan sonra şekerin bulunabilir olmasıyla tatlandırıcı olarak şeker kullanılmıştır. Acı bademin fazla yendiğinde veya kullanıldığında zehirleme etkisi olduğundan, tatlılardaki badem miktarları ustalar tarafından dikkatlice ayarlanmıştır. 17. yüzyıl sonlarında, İstanbul’un şeker, akide şekeri, lokum ve badem ezmesini karşılayan bir zat, çeşit çeşit şekerler, lokumlar geliştirerek ülkemizin bu özel tatlarını dünyaya taşımıştır. Günümüz ustaları da bu lezzetleri aynı nefasette imal edip gerek yurt içi gerekse yurt dışında mutfağımızı tanıtmaktadır. Aynı şekilde, meşhur Bebek Badem Ezmesi 19. yüzyıldan beri geçmişteki nefasetinden ödün vermeden günümüzde de üretimine devam etmektedir.


Boza
Geçmişi milattan öncelere dayanan boza, Orta Asya’da Türkler tarafından yapılmış, özellikle enerji verdiği keşfedilerek kış aylarında tüketilmiştir. Türkler göçtükleri her bölgeye bozayı öğretmişlerdir. Sarayda boza Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan ve Mayıs aylarında sıkça tüketilmiş olup bunu o dönemlere ait masraf defterlerinde alınan pirinç miktarlarından anlayabilmekteyiz. Saraya pirinç olarak daha ziyade Edirne pirinci alınmış, bunları bulgur ve darı takip etmiştir. Cam sürahilerde saklanan boza Osmanlı Ordusunun da vazgeçilmezi olmuştur. 16. ve 17. yüzyılda tutulmuş olan tayinât, yani tahsisât defterlerinde, yeniçeriler için alınan ve boza yapımında kullanılan malzemelerin türü ve miktarlarından bunu rahatlıkla anlamaktayız. Kış aylarında cümle meşrubatçıların da yardımıyla yapılan bozalar yeniçerilere dağıtılmış, içerdiği çeşitli vitaminler, yağ, kalsiyum, demir ve çinko yeniçerileri hem tok hem de sıcak tutmuştur. Boza eğer yapıldıktan sonra soğuk ortamda bekletilmezse fermantasyonu devam eder ve içerisindeki bazı besin öğeleri alkol açığa çıkarır. 17. yüzyılda Sultan IV. Murat ve IV. Mehmet dönemlerinde boza şiddetle yasaklanmıştır. O dönemlerde üretilen bozalara keyif verici ve alkolün daha çok açığa çıkmasını sağlayıcı maddeler eklenmesi bozanın yasaklanmasında etkili olmuştur. Daha sonraları bozanın yararları ve sevilen bir ata içeceği olması nedeniyle boza yeniden itibar kazanmıştır. İstanbul sokaklarında dolaşan bozacılar ve açılan boza dükkânları iş kolu olarak da İstanbul’a katkı sağlamıştır. Bugün, Vefa Bozacısı, özünden ödün vermeden geçmişteki tadı ile ağzımızı tatlandırmaktadır. Boza, mutlaka cam veya porselen kaplarda muhafaza edilmelidir. Alüminyum ve benzeri kaplar zehirlenmelere sebebiyet verir.

Yazar Hakkında

Yorum Yaz

*

xhamster Milli Porno Xnxx Japon porno
gaziantep escort Bahis sitesi otele gelen escort hurilerim.com bakırköy escort şişli escort bakırköy escort etiler escort taksim escort mecidiyeköy escort kuşadası escort bayan escort Escort ankara Ankara escort bayan Ankara rus escort Eryaman escort bayan Etlik escort bayan Ankara escort bayan Escort sincan Escort çankaya kızılay escort esat escort seks hikayeleri Anadolu Yakası Escort Kartal escort Kurtköy escort Maltepe escort Pendik escort Kartal escort Escort ankara escort porno izle bursa escort bursa escort bursa escort bursa escort bursa escort bayan Escort bayan Escort bayan bahisu.com girisbahis.com kırklareli escort kırşehir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort manisa escort maraş escort mardin escort mersin escort şişli escort istanbul escort mecidiyeköy escort beşiktaş escort taksim escort fındıkzade escort çapa escort fatih escort topkapı escort escort şişli escort bayan bayrampaşa escort merter escort escort mecidiyeköy