Tuzlarından doğan bienal!
İstanbul iki senede bir gördüğü bienaline kavuştu
Elif KEY – Can Baytak / HT CUMARTESİ
Fransız ressam Renoir, bir müzeyi anlamak için önce ona bakılması gerektiğini söyler. Müzeciler ise içeriden bildirdiklerden olsa gerek, bir müzeyi anlamak için içeride yavaş yürünmesini ancak durulmamasını, adım atmaya devam edilmesini salık buyurur. Bienal zamanı, neyi nasıl anlayacağız, nasıl gezeceğiz diye düşünenlere bu iki metod yol gösterir mi bilemeyiz ancak bir bienali anlamak için önce belki de en kestirme gibi gözüken lakin en meşakkatlisi olan bienal kataloğunu elinize alacak, haritanızı çıkaracak ve yavaş yavaş gezeceksiniz. Unutmayın yavaşlamak kabul edilse de durmayacaksınız. (Logo tasarımcılarına özel not: Kartal Belediyesi ve Adalar Belediyesi logolarını yakından incelemenizi özel olarak tavsiye ediyorum. Biri Beşiktaş futbol takımının logosu olsa şampiyonluklar getirir, diğeri Wes Anderson’u dahi utandırır! Öyle bir yaratıcılık!)
BU BİENAL DİĞERLERİNE BENZEMİYOR
Duyurusunun yapıldığı günlerde Türkiye başka acıklı bir gündemin içinde debeleniyordu. O günden bugüne ne değişti diyeceksiniz? Hiçbir şey. 14. İstanbul Bienali’nin ‘Tuzlu Su’ konseptinin açıklandığı gün Soma faciasının üzerinden bir hafta geçmiş, bienali şekillendiren isim Carolyn Christov-Bakargiev, Soma’da yakınlarını kaybeden acılı maden işçileri ve ailelerine başsağlığı diliyor ve böyle bir zamanda bir sergi duyurusu yapmanın üzüntü verdiğini anlatıyordu. Öte yandan da eklediği not önemliydi: ‘Sanatla ve sanat aracılığıyla yas tutuyor, hatırlıyor, kınıyor, iyileşmeye çalışıyor ve kendimizi, biçimden yaşama yansıyan neşe ve canlılık ihtimaline adıyoruz.’
Biçimden yaşama yansıyan neşe ve canlılık ihtimalini memleketçe yeniden başka bir sandık sonucunun sabahına ertelesek de Christov-Bakargiev kavramsal çerçeveyi oluşturma sürecinde bir çok isimden esinlendi. Listesine göre; Cevdet Erek’in sanatsal tavsiyelerinden, Griselda Pollock’un keskin entelektüel zekasından, Pierre Huyghe’un duyarlılığından, Chus Martinez’in küratöryel hayalgücünden, Marcos Lutyens’in dikkatinden, Füsun Onur’un sahip olduğu keskin bakıştan, Anna Boghiguian’ın siyasi felsefesinden, Arlette Quynh-Anh Tran’ın gençlik dolu heyecanından, William Kentridge’in bilgelik yüklü tereddütlerinden ve süreç ilerledikçe başka nitelik ve aracılıklardan beslendi ve ortaya bu çıktı: Tuzlu Su.
TUZLU SU VE ŞEHİRDE KAYBOLMAK
Tuzlu su birçok şeye şifa olurken, aslında şehirde bir bienalin olması ne anlama geliyor? Bienal, bir şehirde kaybolmak demek. Özellikle İstanbul’un kuzeyinden güneyine kadar yayılan bu bienal sizi bir mekana tıkıp, bayıltana kadar beş yüz tane eserle başbaşa bırakmayacak. Bu bienalde insanlar bir mekanı gezdikten sonra, binadan, bir otel odasından, bir otoparktan dışarı çıkacak, biraz yürüyecek, sokağın ilerisinde başka bir binaya, belki de bir ayakkabı mağazısına girecek, daha önce hiç girmediği bir dükkan da olsa bienalin hatrına kapıdan içeri kafasını uzatıp, ‘Eserler burada mıydı acaba?’ diye soracak. Sonra başka bir bienal mekanına doğru ilerlerken, bir yerde soluklanmak isteyecek, belki bir kahve belki bir bardak su içecek, biraz orada oturacak, belki biraz düşünecek. Belki iskeleye inecek ve vapura atlayarak adadaki eserleri görmeye gidecek. Dönüş vapuru kaçarsa eğer yapacak şey şu, ilk restorana çöküp, ‘Taze balık ne var bugün?’ diye sormak olacak. Yani biraz şehirle, biraz kendiyle ilgilenecek, belki kaybolacak. Kaybolmak bile iyi gelecek. Kaybolmaya tahammülü olmayanlar içinse rehberli turlar mevcut, iyi bienaller!
NEREDEN BAŞLAMALI? AVRUPA YAKASINDAN BAŞLAYACAKSANIZ BİR GÜNÜNÜZÜ GALATA-TOPHANE – BEYOĞLU BÖLGESİNDEKİ MEKANLARA AYIRIN:
Öncelikle turistseniz de yerliyseniz de bir İstanbulkart işinizi epey kolaylaştırır. Vapur, otobüs, metro, metrobüs. Hem sıra beklemezsiniz, hem de daha ekonomik. İstanbul’u hiç bilmeyenler için not: Karaköy vapuruna bineceksiniz, motorla geçenler yine köprünün öbür tarafında ineceksiniz şaşırmayın, hurdacılar çarşısının içinden geçerek Bankalar Caddesi’ne çıkabilir. Veya tramvayla gelecekler yine Karaköy durağında tramvaydan atlayacaklar.
Bankalar Caddesi üzerinde, 19. yüzyılda, Osmanlı Bankası’nın merkez binası olarak Fransız asıllı Levanten mimar Alexandre Vallauri tarafından tasarlanan ve 2011 yılında restore edilerek yeniden açılan SALT Galata ile Sümerbank binası ve yakın zamanda yeniden açılan Vault Karaköy The House Hotel’den başlanabilir. Buradan denize doğru giden yolun sol tarafında yer alan, Minerva Han içindeki Kasa Galeri’ye geçilebilir. Kemeraltı Caddesi’nden devam eden rotada iseGalata Özel Rum İlköğretim Okulu ziyaret edilebilir. Bu rotadaki bir sonraki mekan, ünlü mimar Sedad Hakkı Eldem yönetiminde inşa edilen İstanbul Modern olacak.
İstanbul Modern’e yürürken, DEPO’ya uğrayabilirsiniz. 1950’li yıllara kadar tütün deposu olarak kullanılan ve şu anda kâr amacı gütmeyen bir sergi alanı olarak faaliyet gösteren DEPO da bienale ev sahipliği yapacak. Tophane bölgesindeki Boğazkesen Caddesi üzerinde yer alan bir otopark ve bir dükkân da bienal mekânları arasında. Masumiyet Müzesi’ne dönüştürülen Brukner Apartmanı da rotanın devamında ziyaret edilecek yerler arasında. Özel İtalyan Lisesi de bir diğer bienal mekanı. Bu mekanın çeşitli katlarında beş sanatçının projesi yer alacak.Fransız Yetimhanesi ise bienalin ziyarete açık olmayan üç hayali mekanından biri olacak. The House Hotel Galatasaray otelinin bir odası ile yine Galatasaray bölgesindeki Bostanbaşı Sokak’ta yer alan eski bir ev de bienalin sergi mekanlarından olacak. 1901 yılında inşa edilenCezayir Binası da bir sanatçı projesine ev sahipliği yapacak.
GELDİK İSTİKLAL CADDESİ’NE
Serzenişler aldı başını yürüdü. ‘İstiklal’de yürünmüyor, her yer Araplarla doldu’ diyorlar. Arapça tur rehberi Münevver Şamlı, Arapların en çok rağbet ettikleri yerleri sıralarken Taksim’i, İstiklal Caddesi’ni birinci sırada sayıyor. Araplar da bir gazeteye verdikleri mülakatlarda ‘Türkler bize iyi davranmıyor’ demiş. Belki şimdi sanat mekanlarında karşılaşırsanız, aklınızın bir köşesinde bulunsun, misafire kötü davranılmaz. Gerçi onlar da AVM’lerden çıkmıyormuş, ama bu işler belli olmaz.
Madem İstiklal’desiniz, demek ki dünyanın en acayip meydanından geçtiniz demektir. Tünel tarafından geldiyseniz ne ala… Bienalciler, İstiklal Caddesi’nden Tünel Meydanı’na doğru ilerlerken, adını 19. Yüzyılda İstanbul’da yaşamış Giuseppe Garibaldi’den alan Casa Garibaldi binasını görecekler. Restorasyon çalışmaları devam eden bu bina da bienalin ziyarete açık olmayan “hayali” mekanlarından biri. ARTER binası, üç sergi katında bienale ev sahipliği yapacak. 19. yüzyıl sonunda inşa edilen ve Anadolu Pasajı olarak da bilinen ayakkabı dükkânı FLO da 4. katında bir sanatçının çalışmasını ağırlayacak. Pera Müzeside üçüncü katıyla bienal mekanları arasında yer alıyor. Bu bölgedeki son sergi mekanı ise,ADAHAN Otel’in bir odası ile otelin altında bulunan Sarnıç olacak.
KABATAŞ-KADIKÖY-BÜYÜKADA ROTASI
Bienal’in bir başka gününü Anadolu yakasına ayıracaksanız, Kadıköy ve Büyükada’da da farklı mekanlar 14. İstanbul Bienali projelerine ev sahipliği yapacak. Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yer alan bir sanatçı atölyesi mekanlardan biri olacak. Madem Kadıköy’desiniz et yiyorsanız Hamdi’de lahmacun yersiniz, yok vegansanız o zaman bir gün öncesinden Sefertası Moda’ya mail atın sizin oturduğunuz banka şahane etsiz lahmacunlarından, ayran aşlarından getirsinler. İnsan daha ne ister! Kadıköy’den adaya geçeceksiniz. Denizotobüsüne binerseniz 40 dakika sonra adadasınız. Kaptan Paşa deniz otobüsü bienal mekanlarından biri şaşırmayın, demirli olarak iskelede duruyor. Adaya motorla geçecekseniz yolculuk süresi 75 dakika. Denizotobüsünden sonra adanın merkezine oradan da Büyükada Halk Kütüphanesi’ne tırmanabilirsiniz. Kütüphaneden çıktınız, 23 Nisan Caddesi’ni 100 metre takip edin, Splendid Palas Oteli’nin beş odası ve avlusunda bienal projelerini göreceksiniz. Rizzo Palas ve Mizzi Köşkü de Büyükada’da yer alan sergi mekanlarından. Adadaki diğer mekanlar ise, Çankaya 57 ile Yanaros Köşkü, diğer adıyla Troçki Evi. Troçki’nin 1932-1933 yılları arasında yaşadığı Troçki Evi, 1850’li yıllarda Nikola Demades tarafından inşa edildi. Bu arada ev satılık! Gayrımenkul merakınızı emlakçılarda gidereceksiniz.
ŞİŞLİ, TARİHİ YARIMADA VE RUMELİFENERİ
Şişli’ye nasıl geleceksiniz? Otobüs veya metro diye tekrar tekrar söylüyoruz ama yine de merdümgiriz bir karakteriniz varsa buyrun bütün taksiler sizin, arabanızla da trafiğe katlanırsınız. İkincidir İstanbulkart konusu geliyor ancak böyle zamanlarda çok işinize yarayacak ve bir otobüsün ne kadar hızlı gittiğini, bir bienale konu olacak kadar acayipliklerle karşılaşabileceğinizi garanti ediyoruz. Gençlere ters davranan yaşlılar, bir Nuri Bilge Ceylan filmi karesi gibi uzaklara bakan genç insanlar.. Veyahut Taksim’den yürüyebilirsiniz, Levent tarafından geliyorsanız yine metro / otobüs hattını tercih edebilirsiniz. Durakta indikten sonra biraz Mecidiyeköy tarafına doğru ilerlediğinizde bienalin Şişli bölgesinde iki sergi mekanını göreceksiniz. İlki; Hrant Dink Vakfı ve Agos’un yeni binası ile Agos’un Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Ocak 2007’de önünde öldürüldüğü, Pangaltı’daki vakfın ve gazetenin eski merkeziHrant Dink Vakfı ve Agos – Parrhesia Alanı. Şişli’den sonra tarihi yarım adaya geçmeniz kolay. B1477’de Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilen en eski yapılardan biri olan Küçük Mustafa Paşa Hamamı da sergi mekânlardan biri olacak. Hamamın iki ayrı girişinde iki sanatçının işleri bulunacak. Bienalin son iki mekanı da Kuzey Marmara’da yer alıyor.Rumelifeneri’nde, üçüncü köprü inşaatının da yakından görülebildiği deniz feneri bir sanatçının projesine ev sahipliği yapacak. Soğuk savaş döneminden kalan paslanmış bir radarın bulunduğu Boğazın Anadolu yakasındaki Riva Kumsalı da bienalin ziyarete açık olmayanmekanları arasında yer alacak.